“Unutkanlar şanslıdır, çünkü hatalarının dertlerini çekmezler” der Mary, “Eternal Sunshine Of The Spotless Mind”ın bir yerinde… Bazen bir insanın sizi unutması için, yüzleşmek istemediğiniz tatsızlıkları hayatınızdan çıkarabilmek için, kısaca yaşadığınız dünyadan kaçmak için metodlar ararsınız.
Uzun bir yolculuğa çıkabilirsiniz, yaşadığınız şehri terk edebilirsiniz, görmek istemediğiniz insanlarla görüşmeyi kesebilir, bütün fotoğrafları yakabilir, bütün mektupları iade edebilirsiniz.
Amma ve lakin, bunların hiçbiri bir gün bir köşe başında anılarınızla çarpışmayacağınız anlamına gelmez. Bir tek şartla, zihninizde %100 şekilde o anıları sildirmediyseniz. Başka bir deyişle, o köşe başında çarpıştığınız yüz, sizin için bir yabancıya dönüşmedikçe yapacağınız her şey boşunadır.
“Eternal Sunshine Of The Spotless Mind”ta Joel Barish, iki yıl boyunca beraber olduğu sevgilisinin, teknolojik bir işlemle kendisini hafızasından sildirmiş olduğu gerçeği ile karşılaştığında bu hainliğin sebebini tam olarak idrak edemese de çok sinirlenir ve aynı işlemi kendisi de yaptırmaya kalkar.
Joel’in hafızası silinirken, oldukça iyi başlayan ama sonradan tadı kaçan Joel- Clementine ilişkisinin giderek kötüye giden aşamalarına bir bir şahit oluruz. Fakat zaman geçtikçe ve sıra yaşanılan güzel şeylere gelince, Joel hafıza sildirme müdahalesini durdurmak ister. Çünkü pişman olmuş ve aslında ne kadar aşık olduğunun farkına varmıştır.
Mary, bu “tedaviyi” gerçekleştiren muayenehanenin başhekimi Dr. Howard Mierzwiak’ın sekreteridir ve her gün bu işlemi yaptırmak isteyen onlarca insanla muhatap olmaktadır. Mary’nin de suratına çarpıverir bir gün gerçek: kendisi de kayıtlarını tuttuğu o hastalardan biridir aslında.
Dr. Mierzwiak’la olan ilişkisini bu işlemle birlikte tarihe gömmüştür. Ne yaparsanız yapın “bastırılan” günün birinde yüzeye çıkar. Hiç fark etmez bunun metodu, ya Joel gibi kendiniz yavaş yavaş yüzleşirsiniz ya da Mary’nin vicdan azabıyla kayıtlarını bir bir geri postaladığı hastaları gibi şoka girerek yaşarsınız bunu. Bazen bireysel olarak unuturuz, bazen kitleler halinde. Bazı ayıplarımızı ya da üzüntülerimizi nesiller nesile aktarmak istemez, yok farz ediveririz.
Her şeye yeniden başlıyor olmak, o anılarla bir gün o köşe başında çarpışmayacağımız anlamına gelmez. Biz unutsak bile, başkaları hatırlayacak ve bize de hatırlatacaktır. Atom bombalarını atan ya da üzerine atom bombası atılan neslin devamı olduğumuzu hatırlamak istememek aslında aynı mekanizmanın dişlilerine bağlı. Tüm suçlardan temiz, yalıtılmış bir hayatın kendilerini ve kendilerinden sonra gelen nesli mutlu edeceğine inanan “The Village” halkı, kısa süre içinde içlerinde gerçekleşen bir cinayet ile sarsılırlar. “Unutmak” ve silip “yeniden başlamak” isteyenlerin kurduğu bir komün hayatı olan köydeki bu cinayetten sonra, “unutmaları gereken yeni bir acı” ortaya çıkmış olur. “Unutulması gereken şeylerin asla bitmeyeceği gerçeği” ile böylece yüzleşmiş olurlar.
“Unutma” üzerine yapılmış benim için belki de en etkileyici örnek “Memento”dur. Kullanılan montaj tekniği itibariyle bizleri “amneziye” uğratması için tasarlanmış bir film var ortada. Niye bu tekniğin kullanıldığına dair olan yorumlarımı tüm filme ait izahatlar bittikten sonra yapmayı uygun bulduğumdan şimdilik filmin bir özeti ile başlamak istiyorum.
Ancak bu kronolojik özeti yaparken “benim filmden ne anladığımdan” yola çıkan oldukça ben-merkezli bir özet yapacağım: Sammy Jankis, hafıza kaybı olduğunu söyleyerek sigorta şirketinden para koparmaya çalıştığı düşünülen biridir ve sigorta soruşturması için Leonard görevlendirilmiştir.
Filmde Leonard, Sammy’nin kendisinin ilk soruşturması olduğunu ve bu yüzden vakayı çok iyi incelediğini de söyler. Leonard, Sammy Jankis’in karısının kendisine Sammy ile ilgili kişisel fikrini sorduğunda kadına, Sammy’nin probleminin fiziksel değil, zihinsel olduğunu ve şartlı öğrenme metoduyla bir şeyler öğrenebileceğine inandığını söyler. Leonard bu soruşturmayı düşürmeyi başarır. Fakat bu sırada Sammy’nin iyice depresyona giren karısı kocasına bir test yapmaya karar verir.
Böylece bir ihtimal kocasının iyileşmesini sağlayacak ya da gerçekten hafıza kaybı olduğundan emin olup kocasına güven tazelemesi yapıp onu bu haliyle sevmeye çalışacaktır. Sammy’nin karısı bir diyabet hastasıdır ve iğnelerini Sammy yapmaktadır. Kadın kocasını denemek için birkaç iğneyi kısa süre içinde kendisine yapmasını ister kocasından ve eğer hafıza kaybı numarası yapıyorsa bile bu iğneleri kendisine yapmayacak kadar sevgisinin olduğuna inanır. Ancak test kadının beklediği gibi sonuçlanmaz ve art arda iğne yaptığını “unutan” Sammy karısını öldürür ve bu olaydan sonra hastaneye yatırılır.
Bu hikaye Leonard’ın etrafındaki herkese tekrar tekrar anlattığı bir hikayedir. Kilit olaylar bir banyo da gerçekleşir ve bir gece eve giren iki kişi karısının yalnız olduğunu düşünerek banyoda Leonard’ın karısına tecavüz etmeye başlarlar.
Gürültüye uyanan Leonard banyoya gider ve adamlardan birini öldürür ama ikinci adam Leonard’a ensesinden vurarak Leonard’ın filmin başında gördüğümüz durumuna gelmesine sebep olur.
Ancak olaylar Leonard’ın bize yansıttığı şekilde gelişmemiş, karısı olay sırasına ölmemiş ve kurtulmuştur. Leonard’ın bize “Sammy’nin karısının hikayesi” olarak sunduğu aslında Leonard’ın kendi karısının hikayesidir. Gerek Leonard’ın tuhaf hafıza durumu ve gerek yaşadığı tecavüz yüzünden mahvolmuş bir durumda olan Leonard’ın karısı, kocasına “son bir test” uygulamaya karar vermiştir aslında. Böylece bir ihtimal kocasının iyileşmesini sağlayacak ya da gerçekten hafıza kaybı olduğundan emin olup kocasına güven tazelemesi yapacaktır.
Ancak test kadının beklediği gibi sonuçlanmayınca, insülin iğnelerini yaptığını “unutan” Leonard karısını öldürür. Aslında karısının ölümünden sonra hastaneye yatırılan Sammy değil, Leonard’ın ta kendisidir. Bilinçdışında büyük bir suçluluk duygusu hissetmekte ve bununla baş edememekte olan Leonard’ın suçluluk duygusunu “unutması” ve yaşamak için bir neden bulması gerekmektedir. Böylece karısının, evlerine giren adamlar tarafından öldürüldüğüne kendini inandırır. Ancak daha önce de belirttiğim üzere, “unutmak ve bir şeyleri bastırmak”, bastırılan şeyin mutlak olarak geri dönüşü ile sonuçlanır.
Leonard’ın “numara yaptığı”nı ve kendisini ve çevresini aldatmaya çalıştığını ispatlayan bir çok sahne vardır filmde. Ancak zaten teorik olarak, kısa süreli hafıza kaybına maruz kalmış bir hastanın bu hastalığının farkında olması mümkün değildir. Yani etrafındakilere her seferinde “Sizi tanımıyorum ama şu şekilde bir sorunum var beni böyle kabul edin” demesi mümkün değildir, tam tersi etrafındakilerin Leonard’ın bu durumundan haberdar olması ve Leonard’a buna göre tavırlar sergilemeleri gerekmektedir.
Filmin bir sahnesinde Leonard’ın kaldığı motele bir fahişe çağırdığını ve fahişeden karısı gibi davranmasını istediğini hatırlarsak her şey daha anlamlı hale gelmektedir. Kadına kendisinin uyuduğunu gördüğü anda kalkmasını ve banyoya gitmesini söyler, ki bu filmin kilit sahnesidir ve bana “olay yerine dönen katiller” meselesini hatırlatır. Akabinde karısının eşyalarını yakar. Leonard daha önce başından geçen Sammy Jankis örneğini kendi yaşadıklarına adapte eder.
Bu elimizdeki “role model ile özdeşleşmedir” ve bana yapısı itibari ile Freud’ın örnek hastası Dora’nın babasının öksürük krizlerini kendisine adapte etmesini hatırlatır. Leonard kendine devamlı olarak karısının olay sırasında öldürüldüğünü, Sammy Jankis’in ise kendi karısını insülin iğnesi yaparak öldürdüğüne inandırır ve vücudundaki en görünür yer olan eline “Remember Sammy Jankis- Sammy Jankis’i hatırla” yazar. Leonard, karısının eşyalarını yaktığı sahnede karısının kalçasını çimdiklediği bir anılarını hatırlar.
Zaten filmin sonunda Teddy, Sammy’nin karısı bile olmadığını aslında diyabet olanın Leonard’ın kendi karısı olduğunu söyleyecektir. Karısının kalçasını çimdiklediğini anımsadığı sırada Leonard, bastırdığı ve değiştirdiği hafızasını bir an için unutarak kendisini karısına insülin enjekte ederken görünür. Sonra tekrar kendini inandırdığı versiyonuyla bu anıyı hatırlar ve Teddy’e “karım diyabet değildi” der.
Bunun üstüne Teddy’nin Leonard’a verdiği cevap oldukça manidardır: “Ancak doğru olduğunu düşündüğün şeylere inanmanı sağlayabilirim”.
Leonard, Natalie’nin evine gittiği bir sahnede televizyonu açar ve çizgi film izlemeye başlar ancak elindeki “Remember Sammy Jankis – Sammy Janskis’i hatırla” yazısını görür ve bu arada bir ara sahnede bir insülin şırıngası yakın planda görünür.
Leonard kendi hikayesini Sammy’ye uyarladığı gerçeğinden kurtulmak için olsa gerek, derhal televizyonu kapatır. Sammy’nin hafıza kaybı yaşadıktan sonrasında hiçbir şeyi uzun zaman hatırlayamadığı için, sürekli süre itibariyle kısa olan reklamları izlediğini de düşündüğümüzde taşlar iyice yerine oturur.
“Memento”da da karısının katilini arayan Leonard tam bir “Katil Holmes”ün ta kendisidir tekinsizliği yaratmakta bana kalırsa. Teddy bir yerde Leonard’ın arabasına bindiğinde bunu bize Leonard’a “Nereye Gidiyoruz Sherlock?” Şeklinde sorarak ta gözümüze sokmaktadır. Sammy vakası bir özdeşleşme sonucunda Leonard’ın kafasında giderek daha da güçlenmiş ve Leonard’ın ikinci bir kişiliği olmuştur bana kalırsa.
Tıpkı “Fight Club”taki Tyler Durden ve “Mulholland Drive”daki Rita gibi bir zihin yaratımı olan Sammy’de bir yerden sonra hayal mahsulü bir kişiliğe dönüşmüştür. (Ancak Fight Club’ta Memento ve Mulholland Drive’daki gibi hayatın bir döneminde karşılaşılan birinin alt kimliğe dönüştürülmesi değil, en başından beri tamamen orijinal bir alt kimlik yaratıcı söz konusudur). Fakat “Fight Club”ta Anlatıcı’nın bir anda farkına vardığı anda yaşadığı gibi bir şey değildir bu.
Sammy aslında bir çeşit “şartlı öğrenme”dir. Acil durum anında “bir içgüdü ile” bizi yangından kurtaracak sireni çalan butona basabilmemiz için kırılması gereken camdır. Jimmy ile Leonard’ın karşılaştığı (ve birkaç dakika içinde Leonard’ın Jimmy’i öldüreceği sahnede) Jimmy Leonard’ı tanıdığını söyler ve Jimmy ölürken ağzından belli belirsiz de olsa “Sammy” ismi dökülür.
Bunu duyan Leonard büyük bir paniğin içine düşer. Bunun en büyük nedeni Leonard’ın etrafındaki herkesin Leonard ve Sammy’nin aslında aynı insan olduğunu bilmeleridir. Bana kalırsa bu sahnede Leonard’ın zaman zaman bazı insanlara kendini Sammy olarak tanıttığına dair bir ipucudur. Tıpkı “Fight Club”taki Anlatıcı’nın Tyler karakterini açığa vurması için Marla’yı bir katalizor olarak kullanması gibi, Leonard’ta Teddy’yi kullanır.
Hatırlarsanız Anlatıcı’yı telefonla arayan Marla, ona nasıl intihar ettiğini anlatırken Tyler ile tanışmıştı. Tıpkı buradaki telefon diyolaglarının kullanılmasına benzer şekilde, “Memento”da Leonard’da sürekli olarak telefonla birileri ile konuşur. Bence bu konuşmaların çok büyük bir bölümü Leonard’ın kendi kendisi ile konuşması için bir motivasyon aracı olarak kullanılsa da bir kısmı Teddy ile yapılmaktadır. Teddy’nin telefon numarası sürekli olarak gözümüze sokulan polaroid fotoğrafın altında bize her fırsatta okutulur.
Filmde ilginç olan ve tesadüf olmadığına inandığım bir diğer önemli nokta daha var ve bence ana karakterimizin Sammy ve Leonard kimliklerinin her ikisiyle birlikte zaman zaman ortaya çıkan bir çift kişiliğinin olduğunu göstermektedir. O da Teddy’nin gözümüze sokulan telefon numarası olan 555 02 53 ile, “Fight Club”ta Anlatıcı’nın evin infilak etmesinden sonra yangın enkazında küllerin arasında bulduğu Marla’nın telefon numarası ile aynı olmasıdır: 555 02 53. Bu bence “Memento”nun yönetmeni Chirstopher Nolan’ın bizimle yapmak istediği puzzle’ın en dahiyane parçasıdır. Bir başka ipucu sahnesi de Sammy’nin hastanede gösterildiği sahnede olur.
Bu noktada montaj hızlanır ve bir anda Sammy’nin olması gereken sandalyede bir salise için Leonard belirir. Bu da hastane de yatanın Sammy değil, Leonard’ın ta kendisi olduğunu bize göstermektedir. Leonard gerçekte yaklaşık bir sene önce karısına tecavüz eden adamı öldürmüş fakat bu olaya ait fotoğrafları da diğerleri gibi yok etmiştir.
Filmin finalinde Leonard kelimenin tam anlamıyla günah çıkarır ve Teddy’nin gerçekleri yüzüne vurmasının akabinde voice-over’da şu sözleri eder; “Ben katil değilim, sadece olayları yoluna koymak isteyen biriyim. Kendimi bırakıp söylediklerine inanabilir miyim?” Leonard bu sırada Jimmy’nin öldükten sonraki fotoğrafı ile Teddy’nin kendi elleriyle çektiğini söylediği ve Leonard’ın bir yıl önce asıl tecavüzcüyü öldürdükten sonra çektirmiş olduğu polaroidleri yakar. Voice-over devam etmektedir; “Benden istediklerini yapmak için kendimi bırakabilir miyim? O da çözülecek bir bulmaca mı… Aranacak bir başka John G mi? Sen… John G’sin… Sen de benim John G’m olabilirsin…” Ve akabinde Leonard John’un arabasının plakasını yazar elindeki kağıda. “Mutlu olmak için kendime yalan söylüyorum, senin umurunda değil Teddy… Evet, galiba öyle yapıyorum”. Öldürdüğü Jimmy’nin arabasının fotoğrafını çeker ve bu sırada kendisine ölü bir adamın arabasını alamayacağını söyleyen Teddy’e şu cevabı verir: “Katil olmaktasa ölü bir adamla karıştırılmayı yeğlerim.” Jimmy’i öldürdüğü mekandan uzaklaşırken over-over ile yapılan “günah çıkarma” devam eder; “Benim dışımdaki bir dünyaya inanmak zorundayım. Hareketlerimin hala bir anlamı olduğuna inanmak zorundayım, onlara inanmasam bile”.
Bu sırada elindeki “Remember Sammy Jankis- Sammy Jankis’i hatırla” yazısına bakar: “Gözlerimi kapadığımda dünyanın hala burada olduğuna inanmalıyım”. Karısının gösterildiği sahneler girer araya bu cümleden sonra ve Leonard’ın üzerindeki dövmelerden birinde “I have done/Yaptım” yazmaktadır. “Dünyanın hala burada olduğuna inanıyor muyum? Hala orda mı? Evet…
Hepimiz kim olduğumuzu itiraf edemiyoruz… Ben de farklı değilim…” Leonard tam anlamıyla sözde ne yaptığını hatırlamayan, kaç kişiyi öldürdüğü ve kaç kişiyi öldüreceği meçhul bir seri katildir. Yaptıklarını “ hayata bir anlam katmak” amacıyla yapmıştır. Filmin bize sunduğu alternatif realiteler için oldukça derinlere kadar kazmamız gerekmektedir.
Ancak bu kazının bu kadar zor olması, konusunun zorluğundan ziyade, bizi korkunç bir hafıza kaybına uğratan montaj anlayışıdır. Yönetmen, bizi darmadağın ediveren bu tarzı ile “ben buradayım” demenin yanı sıra, hikayenin ve filmin asıl hakiminin de kendisi olduğunu bağırmaktadır. Tıpkı karakterin kendisinde olduğu iddia edilen hafıza problemi ile bizi özdeşleştirir ama bir o kadar da hikayenin yapısını darmadağın ettiği için karakterle özdeşleşmemizi engeller.