(Geçen haftanın devamı…)
Ayşe duyduklarından afallamış bir durumda Hoca’nın yüzüne aptal aptal bakıp soruyor.
“Peki, cinler ülkesinde de yasal olan tek eşlilik değil mi?”
“Öyleydi,” diyor Hoca. “Amma,” diye de sözünü uzatarak ekliyor. “Yeni hükümet yasayı değiştirerek, erkek cinlere dört evlilik hakkı verdi. Aslına bakarsan, kanun çıkınca bir kısım ensesi kalın ve aynı zamanda da doğaları gereği çokeşliliğin dayanılmaz cazibesine kapılan ne kadar cin varsa çıkarılan yasanın üstüne atladılar. Nasıl olsa para meftunu bir sürü dişi cin etrafta cirit atmıyor muydu? Şunları bir çatı altına toplayayım da birinden birine giderken trafikte saatlerce zaman harcamayayım diye düşünenleri yasa öyle bir çarptı ki cin çarpmıştan beter oldular. Yamulan bellerini sittinsene düzeltemezler artık. Ha, bir de dört dişi cinin yetmediği erkek cinler var. Onlar da aldatma hazzını dörde katlayıp dört karısını birden aldatmaya devam ediyorlar dışarıda.”
“’Yani?” diye soruyor Ayşe.
Hoca, “Yanisi, manisi, cinler ülkesinde kadın mağduriyeti hâlihazırda devam ediyor. Hem de yasallaştırılarak. Dayak mı yiyecekler, yasal yasal yiyip oturuyorlar yerlerine. Zira ehil olmayan dişi cinleri dayakla ehlileştirmek beşeri ahlakı düzenleyen yasanın maddeleri arasında keyif çatıp düşman çatlatıyor. Cin yasalarının kestiği parmak acımaz. Öyle bir kumpas ki bu, sokağa çıksalar kezzap korkusu, evde kalsalar kendilerinden gayrı üç cin kadının kâbusu…”
“Hocam neler anlattınız böyle? Bu cinler ülkesinde olup bitenler yüzünden aklım karıştı vallahi.”
“Şaşmasın, çünkü doğal bir sürecin sonucudur bu. Bir zamanlar cinler ülkesi dinler üstü bir yönetim anlayışıyla yönetiliyormuş. Amma gel zaman git zaman, öteki siyasi partilerin koltuk sevdasına kapılıp geldikleri konforlu koltuklarda zirvede oturmanın rehavetiyle uyuyakalmalarını fırsat bilen, envaiçeşit cin medresesi ürünü ulema tayfası hiç boş durmamışlar. ‘Din devletü isterük,” diye kazan kaldıran bu ulema tayfası yavaş yavaş örgütlenip çaktırmadan altını oydukları cinler ülkesinin en derin devlet tabanına yerleşmişler. Bu arada halk ekonomik krizlerden, ülkeyi kasıp kavuran terör belasından ve de işgüzar politikacılardan bıkmış, yeni bir soluk arayışına girmişlermiş.
Tam da bu sırada cin medresesinin büyütüp yürüttüğü yepyeni yüzler gelmiş siyaset arenasına. Doğrusu ikili oynamayı çok güzel becerdiklerinden ilk başlarda cinler âlemi inanmış bunlara. Yeni vaatler kendi dillerine yakın konuşanlardan geliyormuş bu kez. Hem de bir Allah diyorlarmış ki ta Fizan’dan duyuluyormuş zikirleri. Allah’ını bilen merhametli olur ya, adil davranır hak ve hukuk tanır ya, hani o bakımdan inanmışlar. ‘Yok yok, bunlar gerçekten ötekilere benzemiyor,’ deyip sandıklarda oylarıyla bu yeni yüzleri ihya etmişler. İhya olan hükümet de tam gaz satıp savmış cinler ülkesinin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını. Bu arada yazılı ve görsel cin basınını, cin ordusunu, cin yargı kurumlarını da bir güzel ele geçirmişler. Tabi cinler âleminde kendilerine tehlike arz eden aydın cinleri toplayıp kimi haklı kimi haksız uyduruk senaryolarla tutuklatmışlar. Gıkını çıkaran yüce devletin tokmağını kafasına yiyip kıç üstü oturuyormuş. Baş döndüren bu değişim cinler ahalisinin yarısını büyük bir endişeye sürüklüyormuş. ‘Her türlü güvenceniz benim,’ diyen cinler padişahı aslında çok zekice hareket ediyormuş. ‘Mahalle baskısı’ diye bir şey varmış ve düğmesine bastığı sistem tıkır tıkır işliyormuş.
Özellikle ipek şal kullanmayan dişi cinler, padişah her ne kadar, ‘Güvenceniz benim!’ dese de tek güvencenin ortalarda pek görünmeyen degaje demokraside olduğunu düşünüyorlarmış. Padişah başını cin işi ipek şal ile kapatmayan dişi cinleri kendi mahallelisine adeta kırdırmaya soyunmuş. ‘Hadi buyurun, ben gözümü kapattım. Bakın görmüyorum bile. Her türlü baskı ve yıldırma serbest!’ dercesine vurdumduymaz davranıyormuş. Bu mahalle baskısı; kimi zaman toplu ulaşım araçlarına şortla bindiği için bir kızı dövmek olarak, kimi zaman da bir resim sergisi açılışında cin işi alkol alınıyor bahanesiyle mekân basıp içerdekilere saldırma şeklinde gösteriyormuş kendini. Muhalif siyasiler kürsülerde kendilerini yırtsalar da artık çok geçmiş. Aslında o partilere ‘oh olsun size’ demek de gelmiyor değilmiş çoğu cinin içinden. Her biri iktidara geldiklerinde demokrasi söylemini kendi çıkarları için kullanmışlar. Toplumu parçalara ayıran ‘ötekileştirme olgusu’ kim iktidara gelirse gelsin hiç değişmemiş cinler ülkesinde. Şimdilerde, ‘Yahu ben demokrasiden yanayım, nereye kaybolduysa gelsin artık. Tek ihtiyacımız demokrasiymiş,’ diyen o kadar cin gördüm ki anlatamam.”
Ayşe, “Bu film nedense bana hiç yabancı gelmedi. Demek cinler ülkesinin şimdiki rejimini biz kaç yıl geriden izliyoruz. Acaba çok mu geç kalındı gerçek demokrasi için?” diye geçirdi içinden. Geçtiğimiz günlerde TV’de okumuş yazmış bir kadının, ‘’Erkeğin dört kadınla evlenmesi yasallaştırılsın!” sözü yeniden çınladı kulaklarında. Duyduğu anda pek de üzerinde durmadığı bu sözleri şimdi bir kez daha düşününce, ekranlarda pervasızca ahkâm kesen bu kadının cesaretini hangi güç odaklarından aldığını anlamıştı.
“Safsatalarına inanıp halkın hem inancını hem parasını sömüren şu sahtekâr ulema müsveddesinden medet beklemek de neyin nesi?” dedi kendi kendine.
Birden ayağa fırladı. Sanki biri yıllardır TV dizilerinden uyuşmuş beynine, büyük bir balyozla vurup kendine getirmişti.
“Bileziğimi bana ver Hoca Efendi! Kendine hayrı olmayan cinin bana ne hayrı olacak? Onların başındaki kara büyü benimkinden daha korkunç olmalı,” dedikten sonra, Hoca’nın elinden bileziği kaptığı gibi koşar adım kapıya yürüdü.
Arkasından, “Nereye gidiyorsun Hanım? Daha büyü bozacaktık hani,” diye seslenen Hoca’ya dönüp;
“Hemen bir avukat tutup kocamı boşamaya gidiyorum,” dedi. “Şu can çekişen hukuksal yapı yıkılmadan, aldatmaya ve şiddete karşı her onurlu çağdaş kadının davranması gerektiği gibi davranıp dayakçı kocamı boşayacağım. Bari bileziğim hayırlı bir işe yarasın. Sonra da mahallede ne kadar kadın varsa dizi başlarından kaldırıp gerçek demokrasinin ve insan haklarının ne olup ne olmadığını anlatmaya çalışacağım. Ben bir kez anlatayım da anlayana cılız sesim saz olsun...”
15.08.2011