Güven… İnsanları birbirine bağlayan en az sevgi kadar önemli bir duygu... Hatta sevgiden de öte… Çünkü zordur onu yakalamak. Yakaladın mı bırakmayacaksın. Sıkı sıkı saracaksın ki kayıp gitmesin ellerinden…
Yıllar önce, delikanlı bir yürek güvendi bana, ben de onu sımsıkı sardım ve hiç bırakmadım.
İnsanlığı öğrendiğim şehirde karşılaştım onunla. Çakmak çakmak gözlerinde hırçın ve mağrur bir çocuk yaşardı. Ali Rıza… On bir kişilik bir ailenin dördüncü oğluydu. Okulda arkadaşlarına bir türlü rahat vermez, ismi zikredildi mi insanlar yakalarını silkmeye başlar, yüzlerinde ise tiksinik bir ifade belirirdi. Onun yaramaz şöhreti okulda ün salmıştı. Bizim okulun Ali kıran baş keseniydi tabir-i caizse…
Kasım ayının ayazlı, soğuk bir sabahında okulun bahçesine girdiğimde arabanın önünde sert bir kaya gibi durdu Ali Rıza. Pencereyi açtım sorarcasına baktım gözlerine;” Buraya park edemezsin öğretmen.” dedi bana. İçindeki hırçın çocuğa saygı duyarak tamam deyip direksiyonu kıvırıp yanına park ettim arabayı… İndim ve onun çatık kaşlı sert ifadeli yüzüne gülümseyerek baktım. Şaşırdı önce,” Neden gülüyorsun öğretmen?” dedi. Bense tavrımı değiştirmeden ” Aferin sana.” dedim” Sen cesur bir delikanlısın, adın Ali Rıza’ydı değil mi?” Böbürlendi birden “Evet ben O’yum.” Sonra arabaya baktı” Ama ben sana arabayı buraya park etme dedim sen ettin. “ O’na doğru yaklaştım çok önemli bir şey söyleyecekmişim gibi bir tavır takındım ve dedim ki: “Senin gibi bir delikanlı buradayken başka nereye park edebilirim?” Gözleri ışıldadı birden… Devam ettim “”Buradasın değil mi? Başını salladı.” Tamam o zaman gözüm arkada kalmaz.” Şaşkınlıkla bakakaldı küçük ama dev adam. Belki de on üç senelik ömründe ilk defa ona biri güven duymuştu.” Merak etme öğretmen” dedi, “Ben öğlen ders başlayana kadar buradayım.“Gülümsedim ve okula girdim. Teneffüste öğretmenler odasının penceresinden baktım. Ali Rıza arabanın başında duruyordu hiç kimseyi de arabaya yaklaştırmıyordu benim küçük kahramanım. Ona baktığımı gördü, başıyla selam verdi ben de el salladım. Ve dostluğumuz başladı.
Her sabah okulda karşılamaya başladı beni, öğretmen sözcüğünü iyice sahiplenerek artık öğretmenim diyordu bana. Derse girmeden önce birkaç dakikamı ona ayırır halini hatırını sorardım. Mutlu olurdu.
Okulda kimsenin onu sevmediğini söyledi bir gün. “Ben de ona seviyorlardır elbet, senin adın Ali Rıza “arıza değil ki.” dedim. Kahkaha attı “Arızayım ben arıza.” dedi. “Dayanamıyorum biri en ufak bir şey dese ona dalasım geliyor öğretmenim.” dedi. Bu sefer ben bir kahkaha koparttım” Dal ama çook uzaklara hayallerine dal “diyerek espri yaptım. Gülüyordu artık, güneşten yanmış teninde çakmak gözleri ve inci dişleri parıldıyordu. İşin en güzeli her karşılaştığımızda ben hep bu fotoğrafı görüyordum. Ve çok ilginç belki de hiç kimsenin duymadığı kadar ona inanılmaz bir güven duyuyordum.
Kendisine verdiğim değerle değişmişti Ali Rıza, olumlu davranışlar sergiliyordu, öğretmen arkadaşlarımdan duyuyordum artık derslerini bile dinliyordu. Gördüğümde” Naber Ali Rıza var mı bir arıza dediğimde, o da yok be öğretmenim her şey tıkırında” deyip elindeki ders kitaplarını gösteriyordu. Derse başlamadan onunla geçirdiğim birkaç dakika beni fazlasıyla mutlu ediyordu. Kazanmıştım, onun içindeki çocuğu çıkarmayı başarmıştım…
Bir sabah okula geldiğimde Ali Rıza’yı göremedim, ertesi gün de gelmedi. Merak edip arkadaşlarıma sordum hiç kimse bir şey bilmiyordu. Bir terslik var dedim içimden yoksa Ali Rıza gelirdi.
30 Aralık sabahı okula giderken bir evin önünde ambulans gördüm, sağlık ekibi evin içinden bir sedye çıkardı, sedyenin üstündeki hastanın üstü beyaz bir örtüyle örtülmüştü. Bir kadın feryat edercesine bağırıyor ve ağlıyordu. Kadın sedyeye kapaklandı sonra da örtüyü açtı. Ex olmuş hastanın yüzünü tutarak “Bak bana oğlum bak bana!” diyordu. Gördüğüm acı manzara karşısında beynimden vurulmuşa döndüm. Boynunda kırmızılıktan mora dönmüş bir ip iziyle sedyede benim Ali Rıza’m yatıyordu. Anne hıçkırıklara boğulurken ben sadece titriyordum. Elimi yüzüme kapadım inanmak istemedim, bir an olsun kendimi toparlayabilseydim arabadan çıkıp ne olduğunu soracaktım ama yapamadım. Direksiyona kapaklandım duyduğum sesleri bastırmak istercesine ağlamaya başladım. Onun ambulansa bindirildiğini görmek istemedim. Hıçkırıklarım arabanın açılan kapı sesiyle bir an duraksadı. Başımı kaldırdım ve onun sınıf arkadaşı Veysi’yi gördüm karşımda. Gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Ne oldu diye soramadan Veysi cevapladı beni. Asmış kendini öğretmenim dedi. Titreyerek zor olsa da “neden” sorusunu sordum. Ağlamaktan gözyaşları kurmuş olan Veysi metanetle anlatmaya devam etti.” Babasının parası kaybolmuş, onu suçlamış. Sonra da ahıra kapatıp ayaklarını prangalamış.” Dehşet içinde dinliyordum. “Ben hiç hırsızlık yapmadım, günah yapmadım.” demiş.” Babası inanmamış çünkü ona güvenmemiş öğretmenim o da gururuna yediremeyerek prangalardan kurtulup kendini bahçe hortumuyla asmış.” Gözyaşlarım duyduklarım karşısında dinmiş, duygularım sersemleşmişti. Veysi kapıyı kapadığında dudaklarımdan tek bir cümle döküldü; “Olmadı Ali Rıza işte şimdi arıza yaptın be oğlum.”
Ambulans gözümün önünde çakmak bakışlı Ali Rıza’yı aldı götürdü benden, onunla birlikte yeni yıl sevincimi de…
O gün bugündür her 30 Aralık sabahı içime bir hüzün yerleşir, onun yanık tenindeki inci gibi parlayan dişleriyle gülümsemesi düşer aklıma bir de hediye paketini hiç açamadığım yeni yıl hediyesi…
Sen gideli yedi yıl oldu güzel yürekli çocuk… Hediyen hala bende… Çok şehir gezdim ama hep sakladım onu… Bir gün şehrine yolum düşerse söz onu sana getireceğim. İNAN ve GÜVEN bana…
ASLI ÖĞRETMENİN